30 Aralık 2011 Cuma
düş.üş.
Düşüş. En kritik, en tehlikeli anlarda bile düşmenin verdiği o başıboşluk.. Zincirlerinden ağır çekimde boşalan at.. Sonra okyanus belki. Daha sonra mı? Hala kaçıncı katta, bilmiyorum. Sonundaki çaresizlik, pişmanlık, acı, yaşamak istediği
şeyler mi, emin değilim.
"önemli olan düşüş değil yere çarpıştır." diye sonlanıyor halbuki hikaye.
Keşke tavşan gelse o sırada, dürtse.
"Alice, Alice. Wake up. You were daydreaming."
18 Aralık 2011 Pazar
uyuyan adam
"İnsanlardan nefret ettiğin anlamına gelmez bu, ne diye onlardan nefret edesin ki? Ne diye kendinden nefret edesin ki? Keşke insan türüne ait olmak, o dayanılmaz ve sağır edici gürültüyü de beraberinde getirmeseydi; keşke hayvanlar aleminden çıkıp aşılan o bir kaç gülünç adımın bedeli, sözcüklerin, büyük tasarıların, büyük atılımların o dinmek bilmeyen hazımsızlığı olmasaydı! Karşı karşıya getirilebilen başparmaklara, iki ayak üstüne oturuş, omuzlar üzerinde başın yarım dönüşüne fazla ağır bir bedel bu. Yaşam denen bu kazan, bu fırın, bu ızgara, bu milyarlarca uyarı, kışkırtma, tembih, coşkunluk, bu bitmek bilmeyen baskı ortamı, bu sonsuz üretme, ezme, yutma, engelleri aşma, durmadan ve yeniden baştan başlama makinesi, senin değersiz varoluşunun her gücünü, her saatini yönetmek isteyen bu yumuşak dehşet."
"Bir gözden başka bir şey değilsin. Kocaman sabit bir göz, her şeyi gören, yığılan vücudunu olduğu kadar seni de, bakan, bakılan seni de gören, sanki yuvasında tamamen ters dönmüş de hiçbir şey demeden seni seyrediyormuş gibi, seni, senin içini. Sana bakıyor ve seni olduğun yere çiviliyor. Kendini görmeyi hep sürdüreceksin. Hiçbir şey yapamazsın, kendinden kaçamazsın, kendi bakışından kaçamazsın, hiçbir zaman bunu yapamayacaksın: Hiçbir sarsıntının, hiçbir seslenmenin, hiçbir yanığın seni uyandıramayacağı kadar derin uyumayı başarsan bile, bu göz hep olacak, senin gözün, hiç kapanmayacak, hiç uyumayacak olan gözün. Kendini görüyorsun, sana bakan sana bakıyorsun. Uyansan bile, görüntün aynı, değişmez kalacak. Kendine binlerce, milyarlarca göz kapağı eklemeyi başarsan da hala, arkada, seni görmek için bu göz olacak. Uyumuyorsun, ama uyku artık gelmeyecek. Uyanık değilsin ve hiç uyanmayacaksın. Ölü değilsin ve ölüm bile seni kurtaramayacak."
11 Aralık 2011 Pazar
ay
Sir George Darwin’e göre, bir zamanlar Ay, yeryüzüne çok yakındı. Gel-gitler, ayın yavaş yavaş uzaklaşmasına yol açtılar. O gel-gitler, yeryuvarlağının sularında Ay yüzünden oluştular ve bu yüzden Dünya’nın enerjisi yavaş yavaş yok olmaya başladı.
"Çok iyi biliyorum! – dedi yaşlı Qfwfq -belki siz değil, ama ben anımsıyorum. O hep yanıbaşımızdaydı ve koskocamandı: Hele dolunayken- gün gibi aydınlık geceler yaşardık, ama ışığımız şöyle tereyağı rengindeydi- sanki bizi ezecek gibi gelirdi; yarımayken ise gökte rüzgarın sürüklediği bir şemsiye gibi dolaşır dururdu; büyürken sanki iki ucunu batırıp, yeryüzüne takılı kalacak sanırdık. Ama, ayın dönemlerinin mekanizması da bugünkünden çok değişikti: Güneşten uzaklıklar değişik olduğundan ve yörüngeler ve neyin nesi olduğunu bilmediğim o eğimler; sonra elipsler: Dünya ile Ay birbirlerine o denli yakındılar ki, bunlar her an yaşanırdı. Bir de düşünün, bu iki dev yuvarlak, her an birbirlerine gölge yapma yarışındaydılar."
Italo Calvino/ Ay'ın Uzaklığı
8 Aralık 2011 Perşembe
5 Aralık 2011 Pazartesi
çizgiyi aşmak: sınır ihlali
4 Aralık 2011 Pazar
ister misiniz
18 Kasım 2011 Cuma
kar
16 Kasım 2011 Çarşamba
Re: puding teoremi
15 Kasım 2011 Salı
öz-geçmiş
Sevgili ünsüz benzeşmesi,, cv’m ne yapsam bana benzemiyor:( Onu verirsem kimi işe alacaklarına emin bile değilim. Ya o sırada beni çağırırlarsa ve ben üstüme alınmazsam.. Ya aynı anda herkes parmak kaldırırsa ve ben çekinip indirirsem. Bi şiirin kötü çevirisi gibi. İçinde bi şeyler var ama eksilte eksilte var sanki. Hiç sevmedim onu. Verirken de istemeyerek verdim. Alan, kahve döktü. Ben üzülmedim. Bi hatayı örtbas etmişim gibi üzülmedim. Önemli değil dedi. Benim için de dedim. Tabi içimden dedim. Şimdi ellerinde, kahve lekeli. Beni anlatan kısmı artık okunmuyor. Benim için, bu ne cürret, onlar için, ne münasebet.
11 Kasım 2011 Cuma
modern dünya, trafik lambasını sen mi çıkarttın??
Ailemin beni anlamasını seviyorum. Ben anlatırken yüzüme bakmasını, o sırada annemin yemeği, babamınsa bana bi şeyler yedirmeyi düşünmesini seviyorum. Söylediklerimi bitirince, ikna olmalarını, saygı duymalarını, gururla yüzüme bakmalarını seviyorum. Abiler, sevdiklerini hiç belli etmezler. Abimin ifade etmese bile beni sevmesini seviyorum. Hepsi anlıyor beni. Hepsi onaylıyor. Sonra kendi cümleleriyle etraflarına anlatıyor. Demin hep beraber aynı konuda konuşuyorduk halbuki. Şimdi hepsi ayrı şeyden bahsediyor. Emin bi şekilde, gururla, savunarak. Farkındayım kızmıyorlar bana, gönlümü hoş tutmak için yapıyorlar her şeyi. Suçlu hissettirmiyorlar, laf sokmuyorlar, bi şey beklemiyorlar, benden zeki olduklarını kanıtlamaya çalışmıyorlar, yargılamıyorlar, özgür bırakıyorlar, ben ne kadar anlatsam, hatırladıkları gibi davranıyorlar, anladıkları kadar hatırlıyorlar. Takdir ediyorlar önemlisi. annemin tek istediği renkli ve dar şeyler giymem, ve yemeklerini sorunsuzca yemem, sonra gezmeceler, tozmacalar.. babamınsa, ona bi şey söylemem ve onu hemen yerine getirmesi, sonra bunu saatlerce, günlerce beraberce anmamız, tekrarlamamız, takdir etmemiz, ve onun bu deneyiminden ders almamız. Abimin benden ne istediğini gerçekten bilmiyorum. O çok belli ediyor galiba anlamadığını, onun için konuyu kapatıyor, susuyor, sonra bi şeye ihtiyacın var mı diye soruyor. Yaşadığım şehir de aynı ailem gibi. Ben gelmeden henüz önce yeni yağmur yağmıştı, serper sadece buralara, toprağı kokutur, sonra geçer. gülümsetiyor beni varolan gelişmeler, modern dünyaya ayak uydurma çabası, başarılı bir şekilde altından kalkması, bu nimetlere ulaşmak için sorun çıkarmaması.. her şey yürüme mesafesinde mesela burda. şehir bizim evin etrafında kurulmuş sanki. Müzede aynı uzaklıkta, terzi de, hastane de bizim sokak da kütüphane de. Sinsice testler yapıyorum üzerlerinde, utanarak. Bana yetip yetmediklerine dair sorular soruyorum çaktırmayarak. Mesafeleri ölçüyorum, yemekleri test ediyorum, esnafla sohbet ediyorum, tiyatroya gidiyorum, hem de hiç gitmediğim kadar tiyatroya gidiyorum. Bütün sorulara doğru cevap veriyor, sadece şıkkı da söylemiyor, alternatif sunuyor, beni mahçup ediyor. Tanıdım seni diyor, sen bu şehirde doğmuş, bu şehirde büyümüş, şimdi kafanın karışıklığını şehre yüklemeye çalışan toy ergen, yanlış sulardasın. yanlış anladın aslında amacım.. diyorum, dinlemiyor, söylemek istediği kadar söylüyor. Üzülüyorum, şehir de yardımcı olmuyor, ailem kadar dinliyor, ailem kadar karışıyor, arka caddeye yeni konan trafik lambasında "yaya için yeşil ışık" yanıyor, eskiden hiç yoktu, gülümsüyorum, karşıya geçiyorum. artık neredeyse her caddesinde trafik lambası var şehrin, o lambayı yakıyor, geçip geçmemek sana kalıyor.
10 Kasım 2011 Perşembe
ben demedim,o dedi, gurursuzsun dedi,gurur cevap verdi.
Kelimeler özgür olmalı. Küçük kara balıklar gibi kozalarını kırmalı. Yüklediğimiz anlamlara sığmamalı. Maksatlarını aşmalı. Zaman zaman başka kelimeler olmalı. Zaman zaman koca cümleler. Mesela tanımlanmamalı insan onlarla kolayca. Öylesine cümlelerde kullanılmamalı. Empati soğuk kelime. Yer değiştirmemeli sadece, dans etmeli, sevişmeli, ayrışmalı yer yer. Söylediğinden büyük laflar kastedmeli, daha büyük anlamlar. Aslında gururum yok değil, var. Ama tartıştık biz onunla. Suçladı beni, isyan etti. Kabuğunu, sıkışmışlığını, mesafesini, mutsuzluğunu bana atfetti. Bağırdı, çağırdı. Başka başka anlamlar kurdu bana. Açıkladı, ikna etti. Büyüdü içimde, olgunlaştı bu haliyle. Sonra barıştık biz, alıştık. Eskisi gibi, her zaman yanımda. Şimdi daha bir mutlu ama. Eski kibiri yok. Gülümsüyor her yaptığının arkasından, beraber gülümsüyoruz, gururla.
6 Kasım 2011 Pazar
“bugün bayram erken kalkın çocuklar..”
Mesela takvim bozulsa, ha bi gün önce, ha bi gün sonra, rakamlar karışsa büyükler küçük, küçükler daha da küçük, yollar uzasa, hayatın adı yolcukluk olsa, kümeler kesişemese artık, ünsüzler benzeşemese, sevgiliye bi adım ya geç kalınsa, ya da erken davranılsa, sözcükler cımbızla seçilse, herkes birbirini yanlış anlasa, yüz kızartıcı suçlar işlense, şöyle utandıracak, battaniye altından çıkartmayacak, heyecanlar içinde kalınmasa, denge; denge hastalıklı kelime, dengeyi kurmak adına çelişkiler yaşanmasa, çelişkili yaşansa, iyilikler yasaklansa, kötülükler anlaşılmaya çalışılsa, suçlular salınsa, depremler olsa, şöyle insanlar yerin dibine girip girip çıksa, ağaçlar yine kök salsa, kökler bize dolaşsa, nefes aldırmasa, ağaçlar artık sadece nefes almamak için varolsa, nefes almadan yaşanmaya devam edilse, yaşadığın yer sevilmek zorunda kalınmasa, ülkeler sevilmese, ülkeler terkedilse, sular kesilse, sabahları yüzler yıkanmasa, fabrikalar artık sadece maskeler üretse kirli yüzler için, ortalık toz duman dolsa, kimse kimseyi dinlemese, sevdiğini söylemese, sen sevdiğini sanmasan..
sonra çocuklar yine gelse dünyaya, senin yine aklına düşse onların varlığı, küçük büyük, babasız da doğsalar çocuk onlar, sana baksa çocuk, sen dünyaya tekrar baksan, inansan, mucizelere inansan,, yeniden sevsen, birileri hala şaşırtabiliyor seni..
5 Kasım 2011 Cumartesi
evde olma hali..
2 Kasım 2011 Çarşamba
bilemedim ki..
aslında başka bi şey…
mesela çiçek derim, ama buket olsun şöyle karışık
yılbaşı çerezi, hem pahalı, hem güzellerinden, kalorilisi de var, sağlıklısı da
kuponla alınan sofra takımı değil ama, ya da süpermarketin ekonomik bayram paketi hiç değil,,
tümcedeki uzun bir üç nokta bu, değil öylesine
dedim ya başka bi şekilde
aslında balık isimlerini bilmemenle ilgili,, hepsi balık gibi gibi..
öyle değil işte..
22 Ağustos 2011 Pazartesi
kadının adı aliye..
Ali bir kadın ismi olsaydı eğer, bir Zeynep bir Deniz bir Elif olurmuş gibi geliyor bana, ama asla bir Aliye değil..
21 Ağustos 2011 Pazar
hayat eskiyemeyen koca olursa..
biliyorum bir şey oldu..Hayat’la aramızda bir şey oldu..içindeki bir boşluğu kapatmak için seçmiş beni sanki..bi kenarda dursun dedi benim için..kenardayım..varlığımla pek de ilgilenmiyor gibi, konuşurken yüzüme bakmıyor, sorduğum soruları hep yanımdakilere cevaplıyor, onlar da üzerlerine alıyor haliyle kahkahalarla, umarım benim sorduğumu duymuyorlardır, acıyarak baksınlar istemem, O’nun bir parçasıyım doğru, ama ötesiyle ilgilenmiyor. şımarırım diye mi korkuyor acaba, bu konuda hiç kullanmadım halbuki onu, başıma gelen değişikliklerden habersiz yapıyor kendini, ki önerilerini hep ciddiye almışımdır, hep içlerinden birini seçmişimdir, dikkatini çekmek için bir geveze oldum sorma, lüzumlu lüzumsuz her şeyi anlatıyorum artık ona, heyecanla anlatıyorum hatta, hala ona çok yakınmışım gibi hissetsin diye, şimdi tam her şeye rağmen onu sevdiğimi söyleyecektim, sırtını dönüp yattı...;(.
17 Ağustos 2011 Çarşamba
16 Ağustos 2011 Salı
sen ne güzel kelimesin,bir hanımelisin..
elma armut meselesi..
Neler olmayı düşler insan? . Seçme hakkı olsaydı eğer, hangi insan olurdu, hangi ülke veya hangi kelime. Ya da biz düşünmesek bile bazı şeyler gerçekten bi şeylerin türevleri mi hayatta? Anlamdaşını aradığımız her şey her zaman aynı türün dünyasında karşımıza çıkmayabilir. Elmalarla armutlar her zaman farklı kefelerde olmayabilir. Bi insan şehir olabilir, bi kitap tatlı.. belki de her şey bu kadardı..